Sağlıklı Beslenme

Çocuklarımın devam ettiği liseye konferans vermek üzere davet edilmiştim. Zannediyorum iki sene kadar önceydi.
Topluluk önünde konuşacak olmanın heyecanıyla üç gün hazırlık yaptım. Proteinlerden, karbonhidratlardan, yağlardan, vitamin ve minerallerden bahsedecektim. Bu insan topluluğuna bilgilerimi aktaracak, onları aydınlatacaktım. Beni dinledikleri günden sonra, hayatlarında tertemiz bir sayfa açılacak, zararlı olan ile faydalı olanı ayıracaklardı. Böylece bedenleri sıhhat ile dolacak, olabildiğince rahat yaşayacaklardı. Yaşlıların cildi daha gergin, gençlerin kasları daha dayanıklı olurken, yeni yetmelerin boyları daha uzun, adalaleri daha güçlü olacaktı...
İçten içe gazetelerdeki sağlıklı yaşam yazarlarına da imreniyordum. Bunca bilgiyi bir araya getirmek, süzmek, faydalı olanları okur ilgisine sunmak ne kadar da insanüstü bir gayret gerektiriyordu. Bu çalışkan insanlar bunu yapıyorlar ve mücehhez oldukları derin ilmî vatandaşa aktararak büyük bir hizmete aracı oluyorlardı. Ortak özellikleri kronolojik yaşlarından daha genç görünmeleri ve yüzlerindeki sağlıklı gülüştü. Hem sevimli hem de sapasağlamdılar.
Gerçi Cumhurbaşkanı özel doktorluğu yapmış olan birisinin saç boyası tam tutmadığında kafasında peruk varmış gibi duruyordu; ama o kadar da olurdu. Şükürler olsun ki kendine dikkat etmeyen kadınlar gibi dip boyası gelmiş saçları ile insan içine çıkmıyordu. Bu yeterdi.
Bir diğeri olanca sağlıklı bakışları ile bembeyaz gülüşünü objektife dayamış, kollarını da bağlayarak kibrini güvensizlikle birleştiren havasıyla sıhhat esnafına örnek oluyordu. Uzmanlık alanını kimsenin tam bilmemesi ise; diyet, sağlık, ayurveda katakullisi arasında kaybolup gidiyordu. Önemli olan balyaydı.
Bu sıralarda muayenehaneme gelen hastalardan da diyet ve sağlıklı yaşam konusunda öneriler isteyenler, kendi bilgilerinin yanında benim bilgilerimi küçümseyenler giderek artıyordu. Anlatmak istediklerim havada kalıyor, muradımı tam ifade edemeden hasta başka bir sıhhi kuruluşun yolunu tutuyordu... Boş zamanlarımda kalori hesabı yaparak hazırladığım diyetleri de korkudan hastalara veremiyordum...
Cephe büyüktü. Gazetelerdeki sayfa sekreterlerinin de diyet konulu sayfaları hazırlarken coştuklarını hissediyordum. Koskoca bir sayfayı dünyanın diğer ucundaki bir doktorun başarılı diyetine ayırıyorlar, mevsimine göre sıhhat için tüketilmesi gerekli sebze ve meyveyi albenili resimler ile sunuyorlar, felç ve kalp krizi risklerinden geniş geniş, yayarak bahsedebiliyorlardı. Bedeninin kavisli kısımları dikkat çekecek şekilde resimlenmiş yirmili yaşlarının başında bir kızcağız sağlıklı beslenme sayfasının sağ üst köşesine yerleşmiş oluyordu.
Okuyuculara bunları yerseniz böyle olursunuz demeye mi geliyordu; yoksa bunları yerseniz yanınızda böyle kadınlarla gezersiniz mi demek isteniyordu, kim bilir? Amerika dan gelen bir arkadaşım "hocam ya bizim gazetelerin sağlık sayfalarındaki patenli kızlardan oralarda hiç göremedim, hep obez kadınlarla karşılaştım yeni dünyada" demişti de gülmüştük...
Sıkı bir dinleyici kitlesi ile karşılaşacaktım. Özel bir okulun, canlarını çocukları için vermeye hazır veli topluluğu. Muhtemelen sorularıyla beni yoracaklardı. İlle çalışmalı ve her sorulana şak diye cevabı yapıştırabilmeliydim. Hele de karşımdakilerin tamama yakınının detaycı ve mükemmeliyetçi kadınlar olduğunu düşünürseniz, konferans gününe kadar rahat uyku uyumam tövbe olsun mümkün değildi.
Açtım bilgisayarımı, anahtar sözcüklerimi yazdım ve bir arama sırası yaptım. Küçük kare kâğıtlara notlar alıp her birini küçük rakamlarla numaraladım. Tertip ve düzen içine sokarak yazım programında düzenledim ve bastım. Elimde sayfalarca dökümandan oluşan kocaman bir dosya olmuştu...
İki kez okudum. Bir kez yeşil fosforlu kalemle, bir kez de tükenmez kalem ile önemli noktaları işaretledim. Duracağım, nefes alıp, tepkileri dinleyeceğim yerleri yıldız ve ok işaretleri ile belirledim. Taşikârdi hali devam ediyordu...
Konferans günü gelmişti. İşe gitmedim. Güzel uyudum. Sınavlardan önce önerildiği gibi hafif bir kahvaltı yaptım. Az şekerli bir kupa çay içtim. Ceket, pantolon, gömlek ve kravat seçimini özenle yaptım. Kemerim ve ayakkabımın aynı renk olmasına dikkat ettim.
Arabamı konferans salonunun uzağına park edip, derin nefesler alıp vererek salona yürüdüm. Kapıda karşılanıp en ön sıraya buyur edildim. Benden önceki konuşmacının kürsüye gelip konuşmasını dikkatle izledim. Okul aile işbirliği ve çocukların ruh sağlığı açısından dikkat edilmesi gerekli hususlar konusunda slaytlar ile desteklenmiş çok ciddi bir konuşmaydı. Gözlerimi iyice açtım. Özellikle annelere düşen mühim vazifeler konusu çok ilgimi çekmişti. Müdürün dürtmesi ve "doktor bey sizin sıranız" demesi ile uyandım.
Ceketimi kravatımı düzeltip ellerimi kısa kesilmiş saçlarımda gezdirdim ve kürsüye çıktım. Dosyamı açtım. Mikrofonu az daha kendime doğru eğdim. Bardaktaki suyu gözümle kontrol ettim. Bu sırada tepemdeki spot lamba gözlerimi kamaştırıyordu.
Salon hıncahınç doluydu... Anneler, orta boy çocuklar, tek tük babalar, koltukların aralarında fink atan okul öncesi çağı çocukları, ön sıralarda önemli kişiler olduğunu düşündüğüm eğitimciler ve okul idarecileri bana gözlerini dikmiş bakıyorlardı.
Perdeye adımın ve soyadımın yazılı olduğu slayt yansıdı. Yüzüme bir gülümseme yayıldı. Derin bir nefes aldım ve "sevgili anne ve babalar, çocuklarımızı emanet ettiğimiz sevgili eğitimciler, kiymetli evlatlarımız!" dedim. Nefis başlamıştım. Okul müdürü oldukça kocaman göbeğe sahip saygıdeğer büyüğüm, gri bir takım elbise giymişti. Gömleği kar beyazı, kravatı ise mor renkliydi. İnce siyah tel çerçeveli gözlüğü vardı ve ben "eğitimciler" derken bacak bacak üstüne attı. Biraz dikkatim dağıldı ama toparladım. "Bugünkü mevzumuz sağlıklı beslenme olacak ve önümüzdeki süre içinde sizin de katılımlarınızla konuyu irdeleyip öğrenmeye çalışacağız" diyerek devam ettim.
Bir kadın öksürdü. Durdu... Boğazını temizledi. Bir daha öksürdü... Tam bu sırada terlemeye başladım. Karşımda yukarıdan aşağı doğru inen, insanlarla dolu dört uzun koltuk sırası vardı ve bunları birbirinden ayıran üç aralık bulunuyordu... Orta aralık daha genişti ve yukarı sonsuza doğru giden merdivenler gibi gözüküyordu. Aydınlıkta olduğumdan merdivenlerin en üst kısmı alaca karanlık gibiydi.
Ve o çocuğu merdivenlerin en ucunda hayal meyal gördüm. Beş yaşlarında olmalıydı, mavi askılı pantolon ve enine cizgili renkli kazak giymişti. Merdivenlerden aşağı doğru teker teker iniyordu. Önce bir ayağını atıyor, diğerini onun yanına getirip bir an duruyor ve sonra diğer basamağa atlıyordu. Elinde kırmızı bir "şey" tutuyordu. Aşağı kadar indi. Gözlerimi ondan ayıramıyor, efsunlanmış gibi bakıyordum. En alt basamağa kadar gelip oracığa oturdu.
Şimdi benden daha alt seviyedeydi ve komik bir ifade ile bana bakıyordu. Sağında okulun önemli eğitimci kadrosu dizili, solunda ise idareciler sıralıydı. Meşhur bir markanın çikolatalı gofreti olduğunu artık farkettiğim elindeki şeyi kağıdından soyarak çıtırtıyla yemeye başladı. O an bittiğimi, dağıldığımı anladım. Galiba dinleyenler de bu yarım dakikalık duraklamadan ve ışığın altında kıpkırmızı olmuş suratımdan koptuğumu hissettiler. Elimi dosyaya uzattım ve kapatıp ters çevirdim.
"Sevgili katılımcılar, sizleri de kendimi de fazla yormayacağım" diye tazelendim... "Yiyecekler temel olarak, karbonhidratlar, proteinler ve yağlar olarak üçe ayrılır bunlara ilâve olarak da vitamin ve mineraller de alınmalıdır" diye devam ettim. "Bunları bünyeye almanın çeşitli yolları vardır ki saysam sizi de beni de yorar. En iyisi gelin bir örnek vereyim: Yarım ekmek içine 100 gram yağlı beyaz peynir koyup yeyin. Üzerine bir adet kabuklu elmayı gövdeye indirin. Sonrasında ne yediğinize içtiğinize beni karıştırmayın" dedim.
Eğitimciler şaşkın bakıyorlardı. Ufaklık gofretini bitirmek üzereydi ve oturduğu yerde pantolonuna düşen minik parçaları da dikkatle toplayıp ağzına atıyordu.
"Çocuklarınıza abur cubur yedirmeyin demeyeceğim, lütfen dünyaca tanınmış, güvenilir ve zehirlendiğinizde dava açabileceğiniz şirketlerin mallarını yemelerine dikkat edin" diyerek beklentilerin tamamına yakınını boşa çıkarttım.
Küçük eleman gofreti bitirmiş yalanıyordu. "Fast food olsun, şekerleme çikolata çeşitleri olsun yenirse bu çağlarda yenir. Sizin yaşlarınıza geldiklerinde zaten fizyolojik olarak sınırlanmış olacaklar. Bırakın yesinler" diye de konuşmama noktayı koydum...
Aralarda uğultuların geçmesini beklediğim duraklamalar dahil yedi dakika sürmüştü. Kalan otuzsekiz dakikada ne yapacağımı bilmiyor dinleyicilere karşı salak salak bakıyordum.
Derken heybedekilerden anlatmaya başladım. Çocuklarına her şeyi alan anne babaların yanlış üzere olduğundan, hangi karın ağrısının tehlikeli olduğundan, terli terli soğuk su içseler de bir şey olmayacağından bahsettim. Salonda mikrofon gezmeye başladı. İnsanlar sorular sordular her birine aklımın erdiğince cevap verdim. "Kimseyi zorla adam edemezsiniz, çocuklarınızı adam etmeye çalışmayın, adam edeceğim derken hadım edersiniz. Size sevgilerini kaybettirmeyin, evlerini keyifle dönülecek sakin bir liman olarak görsünler yeter" dedim... "Karnım ağrıyor diye okulan gitmemeye çalışan çocuğunuz varsa, siz de işe gitmeyin beraber yollara düşün serserilik yapın, konuşun, okuldaki kızdığı kimler varsa öğrenip birlikte onlara nasıl derslerini vereceğinizi planlayın" diye tüyolar verdim.
Vakit tam dolmuştu ve bir tane bile uyuyan kimse yoktu. Konuşmayı bitirdim. Kürsüden indim. Okul idarecileri teşekkür ettiler. Duygularından tam emin olmadıklarını farkettim. Önemsemedim. Faaliyet planlarına koymaları için ana başlıkları yazdığım kağıdı verdim.
Sırtım boydan boya ağrıyordu. Arabama doğru koşar adım uzaklaştım. Gofret yiyen ufaklık yolda annesinin elinden çekiştirip bir şeyler anlatıyordu. Annesi de "Tamam baban gelsin alırız" demekteydi...

0 yorum:

Yorum Gönder

Related Posts with Thumbnails