
Acaba bu web sitesinin ve Hızlı Gazeteci'nin kıymetli okurları da biliyorlar mıdır bu sıradan gerçeği?
* * *
Yıllar önce siyah beyaz fotograflar basmayı düzeyli takılmak zanneden Nazi muhibbi gazetede çalışırken, taşralı bir okurum gazeteye ziyaretime geldi.Ertesi günün Hızlı Gazeteci'sini yetiştirmeye çalışırken, yanımda efendice oturmuş işimin bitmesini bekleyen konuğuma ayıp olmasın diye "çay içer misin?" diye sordum, o da "evet" dedi.
Dahilî hattan çaycı Dursun'u aradım ve "iki çay" dedim; Dursun da her zamanki gibi homurdanıp kapattı. Zaten asıl adı başkaydı, bu umursamaz kaba saba sevimliliğinden dolayı "dursun" diyorduk ona; gerçek adını da bilen var mıydı emin değilim.
Epey sonra Dursun, elinde boş çay tepsisiyle boş bardakları toplamak üzere yanımızdan geçerken çayı tekrar hatırlattım. Dursun da her zamanki doğal, teklifsiz haliyle elini havada yarım tur döndürüp "Eeee!" dedi ve gitti.
Yanımda o ana kadar sessizce oturmuş olan taşralı çizer konuğumun sesini duydum o an:
"Vayy beee! Koskoca necdet şen bir çaycıya söz geçiremiyor!"
Bildiğim kadarıyla, Dursun beni severdi; ben de onu; aramızda hiyerarşi yoktu. Bunu konuğuma anlatamadım.
* * *
Geçen yıl web sitemden dolayı röportaja gelen bir muhabir bayan şöyle girmişti konuşmaya:"İnsanın necdet şen'in inzivaya çekilmek, Hindistan'lara gitmek gibi ruhsal gıdalara ihtiyaç duyabileceğine inanası gelmiyor."
Ama röportajın sonunda, karşılaşmayı umduğu "ermiş"ten eser olmadığını gördüğünden midir nedir, elimi sıkma ihtiyacı bile duymadan kalkıp uzaklaşmıştı.
Ben miydim bu nobranlığın sebebi, onun hayatı algılayışındaki sığlık mıydı, bilemiyorum.
* * *
Bir bankanın genel müdürlüğünde "insan kaynakları" müdürü olarak çalışan birini tanıyorum. Bu sitenin müdavimlerinden o da.Birkaç ay önce bir iş başvurusu yapılmış çalıştığı şirkete.
Gerçi bugünlerde öbek öbek insanlar atılıyor işyerlerinden sokaklara, ama diğer yandan da birileri de işe alınıyor tek tük de olsa.
Başvuru evraklarını incelediğinde, iş isteyen gencin hobileri arasına çizgi romanı da yazdığını görmüş "insan kaynakları" müdürü okurum.
Mülâkat günü geldiğinde ona doğrudan bunu sormuş:
"Çizgi romanla da ilgileniyormuşsunuz."
"Evet" demiş genç.
"Necdet Şen'i bilir misiniz?"
"Bilirim" demiş genç, "onun bütün kitapları var bende."
"Bir web sitesi var, onu da biliyor muydunuz?"
"Evet" demiş genç, "sık sık ziyaret ediyorum".
"Tamam o zaman, işe alındınız" demiş müdür hanım, "sıra maaşınızı konuşmaya geldi".
"Şey, ben başvuru formunda 2 milyar 700 milyon istediğimi yazmıştım, eğer mümkünse" demiş genç adam sıkılarak ve geri adım atmaya hazır.
"3 olsun" demiş müdür hanım ve o delikanlı o gün, bölümlerden birine şef olarak 3 milyar maaşla işe alınmış.
* * *
E, ööle...Necdet Şen hayranı olmak 3 milyar, necdet şen olmak bedava; noolmuş yani?
* * *
Yaz başlarıydı sanırım. Tanımadığım birinden gelen bir e posta birazcık yüzümü güldürdü. Bir bayan, daha önce adını duymadığım dergilerine dört sayfalık çizgi roman yapıp yapamayacağımı soruyordu.Çizgi romanı bırakalı yıllar olmuştu. Bir zamanlar kılı kırk yararak yaptığım o çizgi romanların ketum hayranlarının ve gürültücü düşmanlarının bıraktığı acı tortu daha silinmemişti damağımdan. Hiç içimden gelmiyordu çizgi falan çizmek, ama yıllardır olduğu gibi yaz başında da beş parasızdım, belki üç beş kuruş kazanırım diye umutlandım, mideme kramplar gire gire çizeceğimi bildiğim halde "neden olmasın?" dedim.
İstedikleri şey de yenilir yutulur cinsten değil; efendim, İstanbul boğazından geçen tankerlerin yarattığı tehlikeyi anlatan, ama aynı zamanda kentin bin yıllık tarihsel dokusunu da bir martının görüş zaviyesinden gösteren, boğazdaki asırlık yalıları, Rumeli surlarını, Paşabahçe koyunu, boğaz köprüsünü, Beylerbeyi'ni, havada uçuşan yelkovan kuşlarını, devasa Rus tankerlerini, Bizans tekfurunun kızını, anasının örekesini ve ecdadının bilmemneresini de bu dört sayfalık çizgi romana sığdırmam gerekiyormuş. Öyle istiyordu editör hanım.
Çizgi roman yapmayan insanlar sanırım bunların kafadan ya da işkembeden, zırt diye çizildiğini sanıyor. Oysa eğer ben yelkovan kuşunun muhtelif açılardan çekilmiş fotograflarını bulamaz ve kanatlarındaki teleklerin sayısını ve de kuyruğunun desenlerini gerçeğe uygun çizemezsem keyfim kaçar.
Dahası, ulan hayatımda hiç boğazın üstünde uçmadım ki, nasıl bileyim martı kuşunun görüş zaviyesinden Paşabahçe koyunun nasıl göründüğünü? O boğaz dokusundaki binlerce apartmanın, sokak lambalarının, evlerin pencere pervazlarındaki kakmaların, tankerlerdeki usturmaçaların, uskunduraların, varagelelerin, puntellerin, ırgat motorunun, köprüüstünün, kedi iskelesinin encamını şemailini nasıl bileyim kafadan? Sen biliyor musun?
Bütün bunları hayal edebilmek, sonra da çizip renklendirebilmek için Leonardo da Vinci olmak bile yetmez, Allah olmak gerekir!
Hayatımda hiç ısmarlama çizgi roman yapmadım, ama parasızlık belimi büküyordu; buna bile olmaz diyemedim. Günlerce yazıştık ayrıntılara dair.
Neden sonra utana sıkıla "siz bu işe kaç para ödemeyi düşünüyorsunuz?" diye sordum e postayla.

0 yorum:
Yorum Gönder